''Erzurum Şehir Hastanesi''
Bir acil servis düşünün… Adı “acil”, ama içinde “aciliyet” yok. Bir hasta düşünün… Gözleri yorgun, bedeni halsiz, ama hâlâ bekliyor. Saatlerdir. Ve yanında bir evlat… Elinden hiçbir şey gelmeyen, sadece beklemekle yükümlü bir evlat. O evlat bu satırları yazıyor.
Saatlerce bekledik bu saniyelerle kalmadı bir iki saat de değil fazlasıyla bekledik. Annem, hastaneye yürüyerek değil, dayanamayarak geldi. Ama acil serviste, dakikalar içinde yardım beklerken saatlere esir oldu.
Bekleme salonu, umudun eridiği yer gibi. Diğer hastalar da aynı durumda. Yaşlısı, çocuğu, kalp hastası, solunum sıkıntısı çeken… Herkesin ortak kaderi: beklemek. Neden mi? Çünkü bazı doktorlar bir saati aşan molalarda, bazıları ise hastaları saatlerce bekletmekte hiçbir beis görmüyor.
Elbette sağlık çalışanları zorlu şartlarda görev yapıyor. Ancak sistemdeki bu çöküşün bedelini neden yine hasta ödüyor?
Her kriz, bir sistem açığını gözler önüne serer. Bugün hastanelerdeki bu bekleyiş, sadece personel yetersizliği değil; planlama, denetim ve vicdan yetersizliğidir.
Şimdi soruyorum: “Acil” ne zaman gerçekten acil olacak? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? Bu ülkenin sağlık sistemi sadece rakamlarla mı övünüyor, yoksa içeride yaşanan insanlık dramlarına da bakacak mı?
Bir anne uzun saatler bekliyorsa, bir evlat artık sadece sabır değil, adalet de bekliyordur.
Yetkililere sesleniyorum: Bu sadece bizim hikâyemiz değil. Bu, Türkiye’de her gün yaşanan binlerce sessiz çığlığın yankısıdır.
Ve biz artık sadece beklemek değil, duymak istiyoruz: Çözüm ne zaman?
Hatice Y.