“Gidip Sizi Allah’a Şikayet Edeceğim.”

“Gidip Sizi Allah’a Şikayet Edeceğim.”

Duyduk bu kelamı duymazdan geldik.

Gördük bu kelamı edenin halini, görmezden geldik.

Peki neden?

Cevabı çok basit. Çünkü o kelamı eden Suriyeli’ydi.

Bizi ilgilendirmezdi.

Biz kendi çocuğumuzun geleceğini düşünmek zorundaydık.

O çocuk Suriyeli’ydi. “Gitsin kendi ülkesine ne hali varsa görsün”dü.

Biz çocuğumuzu özel okullarda okutmam lazım. Bizim çocuklarımız A, B, C bütün vitaminleri alması lazım. Gıdalardan almasa, takviye ilaçlardan alması lazım. Spora göndermemiz lazım. Şu üniversitede eğitim alması lazım. Fiziği böyle olmalı, duruşu, bakışı, davranışı, giyimi kuşamı şöyle olmalı. Bu marka, bu model olmazsa olmaz.

“Yahu bak etrafta Suriye’de savaştan kaçmış mülteci kardeşlerimiz var.”

“Onlar da Müslüman, dinimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir, yazık değil mi onlara sokakta kalıyorlar, parkta aç yatıyorlar ekmek bulamıyorlar.”

“Yardım etmeliyiz.”

“Banane elin Arabından.”

“Türk değil onlar, defolup ülkelerine gitsinler.’’

Bu söylemler ile geçti sohbetlerimiz.

Öyle mi?

Öyle olmadı işte.

Evet, o çocuklar gitti gitmesine ama giderken bir söz söyledi.

Küçük bedeni ama kocaman yüreğinden gelen derin bir nefes, artık omuzlarına ağır gelen bir serzeniş ve bir ahla dedi ki; ''GİDİYORUM AMA SİZİ ALLAH'A ŞİKAYET EDECEĞİM''

Evet, hatırladınız mı?

Suriyeli 5-6 yaşlarında bir çocuk ölümünden hemen önce bir söz söylemişti .

''Sizi Allah’a Şikayet Ediyorum.''

Şimdilerde duyuyorum bu söz üzere sohbetler ediliyor.

Bazı sorulara cevaplar aranıyor.

Acaba başımıza gelen bu felaket bu yavrunun şikayetinden mi oldu?

Efendiler!

Ne sanıyorsunuz?

Allah bütün bunların farkında değil mi?

Allah'ı bu kulundan habersiz mi sandınız?

Ekmeksiz , gıdasız kalan bu yavrunun feryadı bizi yakmayacak mı sandınız?

Suriyeli mazlum yavrucak sözlerinin devamında annesine..

‘’Anne cennette ekmek, su, et de varmış . O zaman ölelim de cennette et yiyelim.’’diyordu.

Cennette ekmek, su, et yeme arzusu ile bu yavrucak küçük bedeninde daha fazla bu yükü taşıyamadı ve bizi Allah’a şikayet etmek üzere fani olan bu dünyadan baki olan dünyaya göç eyledi.

Peki biz ne yaptık. Dünyanın depdebesine, şatafatına öyle bir daldık ki, kahrolası bir gafletle unuttuk bu yavruları. Açlıklarını gördük, görmezden geldik. İnim inim inlediklerini duyduk, duymazdan geldik. şaşaalı evlerimizle, sıcacık yataklarımızla, dokunmaya kıyamadığımız yavrularımızla, lüks arabalarımızla, bankadaki hesaplarımızla, yazlığımızla, kışlığımızla kısacası Allah’ın bize bir müddet oyalanın diye verdiği bütün emanetlerimizle övündük.

Kerameti bizde sandık.

Bize emaneti vereni unuttuk.

Bedenlerimiz yaratılmadan ruhlar aleminde Rabbimize verdiğimiz sözümüzü unuttuk.

Yoldan çıktık.

Zengin ve sapıtmış ‘’Modern Cahiliye Döneminin’’ tadını çıkarmaya, zevküsefaya devam ettik. Dilde Hazret-i Ömer, icraatte Turist Ömer olmaya devam etik.

Ve bir sabah sanki sura üflenmişcesine uyandık. Baktık ki bizde Suriyeli olmuşuz. Şehirlerimiz, ilçelerimiz, beldelerimiz, köylerimiz yerle yeksan oldu. Onbinlerce insanımız enkaz altında can verdi. Binlerce çocuk tıpkı Suriye’den gelen mazlum yarular gibi yetim öksüz kaldı. Allah bir sabah bizim kardeşlerimiz uykudayken yer ile yeksan etti.

Övündüğümüz evlerimiz, bakmaya kıyamadığımız yavrularımız, iş yerimiz, kırmızı ışıkta duruken dokunup bir kuruş almaya çalışan garip Suriyeli yavrulara dokundurmadığımız lüks araçlarımız paramparça oldu.

Malımız, mülkümüz, servetimiz, canımız gitti. Gitti o masum yürekli çocuklar ama giderken içimizdeki bazı ırkçı zihniyet ve kendini bilmezler yüzünden ülkemize , milletimize ah ederek, bizleri Allah’a şikayet ederek gitti. İster kabul edelim, ister etmeyelim. Allah bunun gibi nice garibin mazlumun inim inim inleyen, ahını bizde bırakmadı.

Umuyorum ve diliyorum ki yaşadığımız bu afetten ders çıkarırız.

Elbette bilim çok önemlidir. Evlerimiz sağlam zeminlere sağlam malzemelerle yapmalıyız. Ülkemizin bir deprem ülkesi gerçeği olduğunu göz ardı etmeden her an afete hazırlıklı olmalıyız. Bütün bunlar çok önemli ama ne olur artık bu ’Modern Cahiliye Dönemi”nde yaşadığımız günahlarımızdan da vazgeçelim, kendimize gelelim, sırât-ı müstakīm üzere bir hayat yaşayalım, yaratılış gayemize uygun bir hayat sürelim, mazlumları gözetelim ve gariplerin sesine kulak verelim.

Bizler, kavimleri helak eden içki, kumar, zina, faiz, ırkçılık, eşcinsellik dahil bütün günahların her tarafımızı sarmaladığı, alenen bunların reklamının yapıldığı, modern bir “Cahiliye Dönemi” ile imtihan oluyoruz.

Kıldığımız namazın bizi kötülüklerden alıkoymadığı, tesettürün örtmediği, ilmin istikamet vermediği, nasihatın tesir etmediği, ölümün ibret olmadığı, helalin tercih edilmediği, haramın reyting yaptığı bir devirle imtihan oluyoruz ve imtihanımız çok zor.

Bunun için suçu birbirimizde aramak yerine hepimiz başımızı ellerimiz arasına alarak tefekkür edip, secdeye kapanıp tövbe edelim. Kendimize gellelim. Bu yaşanan afetten ders çıkaralım.

Acımız çok büyük. Lakin Allah-ü Teala’nın izniyle millet olarak silkelenip kendimize gelirsek, birlik ve kardeşliğimiz sayesinde biz bu yaraları birlikte sararız. Vefat eden kardeşlerimizi geri getiremeyiz. Mal mülk hepsi yeniden var olur. Elbet yeniden şehirlerimizi imar ve ihya ederiz.

Ama asıl önemli ve acil olan, bizim bir an evvel istikamet üzere yaşamaya başlamamız, kalplerimizi yeniden imar ve ihya etmemizdir. Biz kalplerimizi düzeltmedikçe, bedenimizi ve çevremizi düzeltemeyiz.

UNUTMAYIN!

“Vallahi Mazlumun Gözyaşı, Zalime Rahmet Yağmuru Olmaz.”